Wednesday, May 17, 2006

KOMÜNİSTLERİN SENDİKA HAREKETİNE BAKIŞLARI NASIL OLMALIDIR?

TKP’nin DİSK’Ten tasfiyesine, soldaki diğer siyasî gruplar, bayram yapmışlardır. Hatta şimdiden, bazılarını, büyük hayallere yer veren tarzdaki yayınlarında ibretle izliyoruz. Bunlar sanki, ortada DİSK’in sosyal-demokratlaşması diye bir mesele yokmuş gibi davranmaktadırlar. Bunlara şimdiden hatırlatalım ki bu tasfiye, DİSK’in yeni niteliğinin ne olacağı konusunda, kesin bilgiler vermiştir. Görülüyor ki bu tasfiye ile, ne DİSK devrimci bir yapıya kavuşmuş, ne de proletarya, kendi yönettiği sendika hareketine kavuşmuştur. Türk-İş’den kopan ve iki konfederasyonunun dışında örgütlenen sosyal-demokrat sendikalar, DİSK’i ele geçirmişlerdir. Şimdi, Türk-İş’ten yeni bazı katılmalar daha gerçekleşebilir.
DİSK, gerek mekanizma olarak, gerekse de ekonomik ve siyasî mücadele bakımından, gericiliğini korumaktadır. DİSK’in, bundan sonra da devrimci bir yapıya ulaşacağını sanmak ve bunun için uğraşmak, boşuna olacaktır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz yazımızın, “Sendikaların Genel Karakterleri” başlığı altında, sendikalar hakkında şunları yazdık:
“Proletaryanın siyasî mücadelesini, “ekonomizm” siyaseti derecesine düşürmeye can atan sendikalar, elbette ki asıl sorumluluklarının dışında hareket etmektedirler. Halbuki, sınıfın ekonomik mücadelesi, dolayısıyla sendikalar, sınıfın siyasî mücadelesine, dolayısıyla partilere tâbi olmalıdırlar. Sendikalar, ekonomik mücadeleyi, proletaryanın kurtuluş mücadelesinin bütünü olarak görme eğiliminden, kendilerini bir türlü kurtaramamışlardır. Bunlar, sosyalizm mücadelesinin “parlamentarist” kanadıyla uzlaşma ve birleşme eğilimindedirler. Böyle seçim partilerinin yaratılmasında aktif olarak çalıştıkları gibi, bunların desteklenmesi de, bir çok zaman siyasetlerinin eylem alanını teşkil eder. Sendikalar, proletaryanın sosyalizm mücadelesinde, ekonomik mücadeleyi esas unsur sayarlarken, proletaryayı sürekli olarak, esas devrimci siyasetinden yoksun bırakmaya çalışırlar. Proletaryanın siyasetle ilgisini, seçimler çerçevesine indirgemekte, burjuvazi ile aynı görüşü savunurlar. Bunların ve güttükleri siyasetin ortaya çıkardığı proletarya, gerçek kimliğinden uzak, aksiyonsuz, battal ve kaderini sendika sekreterlerine bağlamış, umutsuz bir proletaryadır. Bunlar özellikle, proletaryayı, eğitimden ve hareketten yoksun bırakabilecekleri bir tarzda örgütlemeyi sağlamaya çalışırlar. Burjuva merkeziyetçi bir yönetim mekanizması içerisinde, yönetim, özüne uygun olarak; tamamen tepede yürütülür. Bunların asıl amacı, sendikalarını korumaktır. Bu öyle bir tutkudur ki, devrimciler tarafından ele geçirilmesi gereken stratejik kaleler olarak değerlendirebileceğimiz sendikaları, devrimcilerden korumak üzere, her zaman için burjuvaziyle uzlaşabilmişlerdir.
“Sendikalar, bu yapılarıyla, devrimcilere tamamen kapılarını kapatmışlardır. Çünkü onlar, sosyalizmin proletarya hareketiyle kaynaştırılmasına, kesinlikle karşıdırlar. Sendikalar, sosyalizm ile proletarya arasında, bu ikisinin birbirlerine kavuşmalarını engellemeye çalışan birer set durumundadırlar. Sendikalar, proletaryanın ekonomik mücadele örgütleri olarak, kanunîlik kazandıklarından beri, burjuva rejimine sadık kalacaklarına dair, burjuvaziye yeminlidirler.”
Şu bilinmelidir ki, temelde kanunîliği savunan hareket, esas olarak, işleyen bu düzenin bir parçası olmayı benimsemiş demektir. Bizim bu yargımız, uzlaşmacı sosyalistler tarafından, kanunî yollardan faydalanmak istemediğimiz şeklinde ele alınır. Demek istediğimiz bu değildir. Diyoruz ki: Devlet üzerinde hakimiyet kurmuş, devlete sahiplik eden sınıflar, sosyal düzeni işleten kanunları, doğrudan doğruya kendi sınıf çıkarları doğrultusunda hazırlamışlardır. Böyle olunca, bu kanunlar çerçevesi içerisinde cereyan eden sınıf mücadelesinin niteliği hakkındaki “uzlaşmacıdır” yargımızın bir anlamı olmalıdır. Elbette ki burjuva devletlerde, sendikaların kurulabilmesini sağlayan kanunların çıkarılması, proletaryanın mücadelesinin bir sonucudur. Fakat devlet, bu sendikaların işleyişini hiç bir zaman, kanunlarla verdiği ölçülerde serbest bırakmadığı gibi, ayrıca da, burjuva demokratik olan bu kanunların karşısına koyduğu anti-demokratik kanunlarla da, engelleme yoluna gider. Örnek olarak, Türkiye’de grevin karşısına lokavt konmuştur. Örnek olarak toplu sözleşmelerde, iş garantisinin sadece kâğıt üzerinde geçerliliği vardır. Çünkü İş Kanunu’nun 13 ve 17’nci maddeleri, işçilerin işten istendiği anda çıkarılmalarını sağlayabilmektedir.
Sendikacılık, proletaryanın siyasî bilinci seviyesinde ele alınmalıdır. Ona göre de, ekonomik mücadele alanının örgütlenmesine gidilmelidir. Eğer sendika alanında gerçek sınıf mücadelesi yürütülecekse, sendikalara, burjuva kanunlarını aşmak ve militan bir yapıya girmek düşüyor.
Ekonomik mücadele dendiğinde, ilk akla gelen şey grevlerdir. Bu günkü ekonomik mücadelede, grevin yeri neresidir? Bu gün bir çok sendika grevi unutmuştur. Diğerleri ise, grevi basit bir pasif direnişe döndürmüşlerdir. Bir noktada da, faşizmin geniş boyutlara uzaması ihtimali olan grevleri ezmesinden dolayıdır ki, grevi grev olmaktan çıkarmışlardır. Bir sendika, üye işçilerle birlikte bir grev kararı aldı ve onu uyguladı mı, artık mutlaka anlaşmazlığa konu olan madde, işçinin çıkarına uygun bir biçimde, patrona kabul ettirilmelidir. Bu başarıyı kazanmak için, çok çeşitli mücadele metodu denenmeli ve sanki gerçek kurtuluş elde edilecekmişçesine ciddî olunmalıdır. Gerçek grevlerde sendikalar, hükümet ve devletin birçok kurumuyla yüz yüze geliyor ve bunlara karşı da mücadele sürdürüyor. Sendikalar, mücadelenin boyutları genişledikçe, kendilerine yeni bir çok mücadele metodları bulmalıdırlar. İşte bu noktada artık, zorunlu olarak kanunların dışına çıkılır. Ve bu çıkış, meşru bir çıkıştır. Temelinde, devrimci sendikaların hayatiyetlerini koruma fikri ve çabası vardır. Gerek devrimci biçimde sendikalarda örgütlenebilmek, gerek fabrika içerisinde, üye işçilere yapılacak baskı ve yıldırma hareketlerine karşı durabilmek ve gerekse de, grevlerinin kırılmasına engel olabilmek için; faşist militanların, polisin, jandarmanın, ordunun saldırılarına karşı korunabilinmeli ve gerektiğinde de, karşı saldırıya geçilebilinmelidir.
Sendikalar, sık sık ekonomik ve siyasî buhranlar karşısında, hükümet ve diğer devlet kurumlarıyla karşı karşıya gelmektedir. Sendikalar, proleterlerini ezeli dertleri olan, ücretler karşısındaki fiyat artışları, çalışma şartlarının kötülüğü, konut sorunu ve benzerleri gibi ekonomik ve sosyal yönü olan isteklerinde ve ya örgütlenmelerini engelleyen, anti-demokratik kanunların kaldırılması ve faşist uygulamaların son bulması gibi gündelik siyasî mücadelelerinde, grev, toplantı ve gösterilerde bulunur. Bu sebeple, hayatiyetini koruyabilecek düzeyde bir örgütlenmeye sahip olması gerekir. Kısaca, mücadeleci ve militan olmalıdır. Bilmelidir ki, iktidara yönelmiş bir siyasî hareketin, sınıf mücadelesindeki bir bölümünü teşkil etmektedir. Böyle bir yapıya kavuşabilmenin en önemli şartı, bünyelerinde topladıkları proleterlere güvenmektir. Sendikanın gücü, örgütleyici ve militan yığınlara sahip olmasıyla ölçülebilir. Yoksa, profesörlerden kurulu hukuk kurumlarıyla, bürolardan yöneten örgütlenme daireleriyle, onlar hiç bir zaman devrimci bir sendikanın gücüne erişemeyeceklerdir.
Mücadeleci ve militan bir sendikacılık, bu gün proletaryanın bu alandaki gerçek ihtiyacıdır. Onun bu mücadeleci ve militan yapısı, eylemlerinden dolayı kendisini kanun-dışı saydıracaktır. Sendikalar, eğer bu anlamde devrimci iseler, kaçınılmaz olarak faaliyetlerinin bir bölümünü de, yer altında sürdüreceklerdir. Bu yer altı faaliyeti, siyasî partinin gizlilik kuralına bağlanmasından doğan, kendisini buna uygun olarak yer-altında teşkil eden yapı özelliğiyle karıştırılmamalıdır.
Evet sendikalar, canlı bir mekanizma halinde çalışmalıdırlar. Her üyenin, yönetimin bir kademesinde görev alması gereklidir. Örnek olarak, fabrika komiteleri yirmişer kişiden oluşuyorsa, bu yirmi kişiden her birinin fabrika içerisinde yürüteceği görevler bulunmalıdır. Sendikalar fabrika komitelerindeki yönetimlere, devrimci siyasî bilince ulaşmış proleterlerin gelmesine yardımcı olmalıdırlar. Sendikalar, proletaryanın en ileri siyaseti olan Marksist-Leninist siyasetin, proleter yığınlar arasında yaygınlaşmasına ve proleter liderler bulunmasına araçlık etmelidirler. Sendikalar, proleterleri, fabrikadaki bütün sendika görevlerini yürütecek derecede bilinçli bir duruma getirmek görevindedirler. Sendika merkezi ve fabrikalar, sürekli ve doğrudan birbirlerini kontrol etme imkânına sahip olmalıdırlar. Merkezî bir örgütlenmede, demokrasiyi sağlayacak en önemli şey, bütün yönetim kademelerinin, inisiyatif sahibi olma derecesinde bilinçlenmesidir. Bu, tabandan merkeze doğru bir kontrol mekanizmasının sağlanmasında temel faktördür.
DİSK, sosyal-demokrat bir merkez yönetimine sahip olmuştur. Bu durumda komünistler, yeni tipte sendikaların kurulmasına çalışmalıdırlar. DİSK içerisindeki bilinçli proleterlerin, yeni sendikaların teşkilinde, rolleri çok büyük olacaktır. Bunlar, hem DİSK’in yapısının teşhirinde, hem de yeni sendikacılık hareketinin yaygınlaştırılmasında, güçlük çekmeyeceklerdir. Bu hareket kısa zamanda merkezî bir yapıya getirilmelidir. Başlangıçta dağınık ve mahallî olarak başlaması kaçınılmaz olan bu hareketin başarısının tek ve temel çözümü, merkezîleşmede aranmalıdır. Proleter bir gazete, böyle bir hareket için vaz geçilmez bir araçtır.
Komünistler, bu günkü şartlarda hareketlerine temel olarak, komünist bir partinin yaratılmasını almışlardır. Bu açıdan bakılınca, komünistlerin bu günkü sendika hareketini, proletaryanın parti yaratma çabalarına tâbi kılmaları normaldir. Parti yaratılması çalışmalarında, sendikalar içerisinde ve onların devrimci araçlığı halinde yapılabilecek bir çok şey vardır.
Bu arada, konuyla ilgili olarak, bir hatırlatmada bulunmanın faydaları olacaktır. Bu gün Türkiye’de, kendisini resmî kuruluşlar halinde proletaryanın devrimci partisi olarak ilân etmiş siyasî grupların üyeleri, bulundukları örgütlenmeleri incelemelidirler. Bu güne kadar ideoloji ve örgütlenme mücadelesinde, hangi noktaya ulaşmışlardır? Sosyal yapı olarak, proletaryaya dayanmakta mıdırlar? Kadroları içerisinde ihtilâlci bir yapıya doğru yükselme var mıdır. Siyasetlerinin kalıcı başarıları olmuş mudur? Bulundukları örgütlenmenin ileriye doğru gelişmesini sağlayacak, teorik çalışmaları var mıdır? Kendisine proletarya partisi adını almış olan bütün siyasî grupların, yeniden bulundukları durumun tahlilini yapmaları gerekir.
Bazı küçük siyasî gruplarda, son zamanlarda bu konuda olumlu gelişmeler izlemekteyiz. Onlar da bu gün artık, proletaryanın en yüksek derecede organize olmuş örgütlenmesi olarak, siyasî partiyi yaratmanın bilincinde görünmektedirler. Bu gruplar arasında, teorik alış,verişler sonucunda, çeşitli pratikler içerisinde de birlikte olabilmek mümkündür. Bu gün, kendisini proletaryanın Marksist-Leninist partisini yaratmakla yükümlü gören ve temel bir çok doğruya ulaştıkları bir gerçek olan bu gruplar, birleşmenin yollarını aramalıdırlar. Birleştikleri noktaları ve birleşemedikleri noktaları tespit edip, birleşmenin sınırlarını çizebilmelidirler. Bu gün, ihtilâlci bir komünist partinin yaratılması meselesi, yeniden ve yoğunlukla tartışılmalıdır. Bu tartışmaların üslûbu, kendi ciddiyetine uygun bir tarzda düşünülmelidir.
Partinin yaratılması için, bu görevle yükümlü, müdahaleci bir grup hareketi gerekir. Bu grup hareketi, partinin hangi temeller üzerinde yükseleceğinin teorik açıklamalarıyla, parti fikrinin devrimci gruplar ve proletarya arasında yaygınlaşmasını sağlar. Teorik olarak koyduğu parti modelinin, pratik içerisinde örgütlenme yoluyla, doğruluğunu görmeye çalışır. Marksist-Leninist bir partinin, “bağımsız, gizli ve merkezî” bir yapıyla, ihtilâlci bir özü nasıl yaratacağını araştırır. Bu çalışmalar içerisinde, örgütlenmenin bir hedefi merkezileşme; diğeri ise, fabrikalarda siyasî birliklerin çekirdeği olan, siyasi hücreler teşkil etmektir.
İşte bu gün sendika hareketini, siyasî hareketin gelişmesine böylece tâbi kılabiliriz. Bunu başarabildiğimiz anda, proletaryanın sendika hareketine, devrimci bir tarzda müdahale ediyoruz demektir.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home