Wednesday, May 17, 2006

CHP, TKP’yi DİSK’ten KOVUYOR

DİSK’li yöneticiler, her günkü eylemleriyle, sınıf mücadelesini reddettiklerini gizleyemedikleri için, Marksizm-Leninizm’e karşılık, yaşadığımız zamanın en organize bir sapması olan, revizyonizmin kanadı altına girmişlerdir. Bu işin akıl hocası olarak da, Fransız Genel Emekçiler Birliği (CGT)’ni seçmişlerdir. O zamanın DİSK Genel Sekreteri Kemal Sülker, CGT ile ilişkilerde, çok önemli çabalar göstermiştir. CGT, Fransız Komünist Partisi (FKP)’nin siyasetinin güdümündedir. Aynı şekilde TKP’de, Sovyetler partisinin tam bir uydusu halindedir. Bütün bu ilişkilerden doğan bir yakınlaşma sayesinde, TKP, gelişmesi kaçınılmaz olan ihtilâlci proletarya hareketlerinin, DİSK’de yayılmasını engelleyebileceği güvenini, DİSK yöneticilerine verme imkânı kazanmıştır. FKP ve benzeri partilerin güdümündeki sendikaların, yığınları ekonomik mücadele alanında toparlayabilmesi, DİSK yöneticilerinin başlarını döndürmüştür. DİSK yöneticileri, Fransız sendikalizmini gidip izlemişler ve ağızları bir karış açık, hayranlıklarını bildirmişlerdir. Halbuki gördükleri, burjuva toplumu içerisinde ebediyen kalmaya yemin etmiş bir kurumdan başka bir şey değildir.
DİSK’in kuruluşunda, kısa bir süre genel sekreterlik yapan ve sonra, bilemediğimiz bir sebepten dolayı Almanya’ya işçi olarak gidip, orada sendikacılık yapan İbrahim Güzelce, 1975’de tekrar Türkiye’ye gelmiş ve Kemal Türkler’in listesinden genel sekreter olmuştur. Güzelce bu arada büyük terakkî kaydetmiş ve Almanya’da TKP’li olmuştur. Bu yeni durumdan sonra bazı tayinler yapılmış ve genel sekreter yardımcılığı bile, menejerlik olarak yürütülmeye başlanmıştır. Kısa bir zaman sonra bakıyoruz ki, solda TKP’liler çoğalmaktadır. Programını, tüzüğünü, geçmişini bile bilmeden, bir sloganın; garip, uydurulmuş bir kaç kelimenin, kırmızı bir karanfilin peşine takılan orta burjuvaların pespaye partizanlığı ortalığı sarıyor. Bunların asıl özelliği olarak, gerçek komünistlere ve gerçek bir komünist hareketin gelişmesine düşmanlığı gösterebiliriz.
“Toplumsal ilerleme” dedikleri ve CHP’yi iktidara getirmekle özdeş bir stratejinin takipçileri olarak ortaya çıkmışlardır. Empeyalizme bağımlı burjuvazinin yeni temsilcilerinin bulunduğu CHP’nin, toplumu demokratikleştireceğinin çığırtkanlığını yapmışlardır. CHP’nin, “İleri demokratik bir düzen” getireceğini ortalığa yaymaya çalışmışlardır. Kendilerine “Abdurrahman Çelebi” olma imkânı tanımış olan Sovyetler revizyonizmine, her fırsatta minnettarlıklarını belirtmişler ve Sovyetler partisinin, dünya proletaryasını kurtaracağı hayalini yaymışlardır.
Pasiflik, korkaklık ve mevcudu koruma, bunların sembolü halindedir. DİSK, hiç de sanıldığı kadar bir örgütlenmeye sahip değildir. Bu gün, en önemli iş kollarında, son derecede küçük bir örgütlenmenin varlığı ve giderek bunların zayıfladığı göze çarpar. Devlet sektöründe ise, sıfıra sıfırdır. İskenderun Demir Çelik, Seydişehir Alüminyum, Mersin Ataş, İzmir Ali Ağa ve İzmit İpraş gibi, mevcut sanayiin bel kemiği sayılan fabrika ve rafinerilerinde, hiç bir varlığı yoktur. Tofaş ve Tariş gibi işçi sayısı yüksek ve ekonomideki rolü fazla iş yerlerini de, faşist sendikalara kaptırmışlardır. Çok büyük önemi haiz ulaştırma ve enerji iş kollarında da hiç bir varlığı yoktur. Gene hayatî ihtiyaç maddelerini üreten gıda ve tekstil iş kollarında da, faşist sendikalarla oranlandığında, çok gerilerdedir. DİSK yöneticilerinin ifadelerine göre, konfederasyonun beş yüz bin dolaylarında üyesi varmış. Bu rakkamı doğru kabul etsek bile, Türkiye’deki sigortalı işçi sayısının, ancak dörte biri kadar olduğunu görürüz. Ayrıca, tarım işçilerini örgütlemek bir yana, henüz onlara ulaşamamışlardır bile.
Son zamanlarda, DİSK’e bağlı sendikalarda örgütlenmiş işçilerde, ciddî huzursuzluklar görünmektedir. Uyanık ve bilinçli işçiler, sendikalarının, kendilerini sattıklarını feryat etmektedirler. Ve bu gerçektir! Kendilerine devrimci adını vermiş DİSK’li madrabaz sendikacılar, bizzat grev kırıcılığı yapmaktadırlar. İşçiden yükselen sesleri bastırabilmek için, onların yönetimde hâkim olmalarını engellemek için, burjuva merkeziyetçi, bürokratik yapıyı daha da sağlamlaştırmaktadırlar. Yönetimlerine, jandarma gücü olarak da, TKP’nin gençlik örgütlenmesi, İlerici Gençler Derneği (İGD)’ni kullanmışlardır. Bu İGD, sendika bürolarında ve ya eylem alanlarında, işçilere zorbalık taslayan, onları fişleyen, karakteri düşük gençlerden oluşmuştur. Bunlar, DİSK’e bağlı sendika bürolarında, ali kıran-baş kesen durumundadırlar. Koltuklarının altında Sovyetler revizyonizminin ve onun uşağı TKP’’nin aşağılık görüşlerini dile getiren “İlerici Gençlik” ve ya “Politika” gazeteleri, bunları zorla sendikalara satmaya uğraşmaktadırlar. Gene sendika bürolarının duvarları, aynı siyasetin afişleri, kitaplıkları da, broşürleri ile doldurulmuştur. Proletaryanın ihtilâlci görüşüne ise, azılı birer düşman kesilmişlerdir. Bir çok sendika merkez ve ya şubesinde bu kişiler, bu işleri, işçilerin aidatlarından ödenen maaş karşılığı yapmaktadırlar.
TKP siyaseti, DİSK’e tepeden yerleştirilmiştir. Bunu, Mart 1976 tarihli “Sendikalar Meselesi” başlıklı yazının, “Türkiye’de Sendikaların Genel Karakterleri” başlığı altında, şöyle belirtmiştik:
“DİSK’in yapısı son iki yıldır, son derece önemli değişikliklere uğramıştır. Niteliği, son derecede süratle değişmektedir. Eski yapısının bile yeterli olmadığı bu gün o, daha da geriye, çağımızın sosyal-demokrat burjuva anlayışına doğru, hızla koşmaktadır. Son yıllarda proleter yığınlardan gelen zorlamayla, bir çok sosyal-demokrat sendika, gerici yöneticileriyle birlikte, yapısında hiç bir değişiklik yapmadan, DİSK’e akın etmiştir. Bu gün, DİSK yönetiminin en etkili unsuru, CHP siyasetini benimsemiş sosyal-demokratlardır. Bunlar, yönetim mekanizması içerisinde, genel ve merkez kurullarda, dengeyi her zaman kendi lehlerine bozacak kadar üye sayısına sahiptirler. Fakat, işin şöyle bir yanı da vardır: Yönetim kademelerinde çok az sayıda olmalarına rağmen, revizyonistler, DİSK’i yönetiyorlarmış gibi görünmektedirler. İşin aslı şudur ki, DİSK bünyesini sosyal-demokrat sendikalar sarmıştır. Konfederasyonda fiilî olarak uygulanmakta olan, sosyal-demokrat sendikacılıktır. Revizyonistlerin yaptığı ise, DİSK ağzından gerici siyasî sloganları tekrarlamak, sosyalist sendikacılığın ve örgütlenmenin DİSK’e yerleşmesini engellemek ve DİSK’i devrimci sendikacılıktan korumaktır. Revizyonizm kısa zamanda, sosyal demokratlara teslim olmanın şaşkınlığı içerisinde, sersem bir budalaya dönecektir. Çünkü o, ilerleyen devrimci harekete gerici barajlar kurarken, sosyal-demokratlar; konfederasyonun yönetimine, tam olarak nüfuz etmekedirler. DİSK yönetiminin siyasî düşüncelerini paylaşmayan, geride bulan sendikaların tasfiyesine önderlik ederken; revizyonizm, sosyal-demokrat taktiğe aptalca boyun eğmektedir. Revizyonizmin, geniş ölçüde yığın tabanı yoktur. O tepeden, kaabiliyeti sınırlı siyasî menejerlerle işini yürütmektedir. Tepede yürütülen pazarlıklarla, tabandan ilgisiz bir şekilde, DİSK’e siyaset tanzim etmektedir. Revizyonizm, uzun zaman kendisini koruyabilme imkânlarına sahip değildir. Yıkılacaktır. Fakat ne yazık ki, yerini alacak olanlar, teslim olacakları siyaset, sosyal-demokrat siyaset olacaktır. Gidiş budur!”
TKP, DİSK içerisinde neler yapmıştır? TKP’nin, 1971’den sonra, Avrupa’da gösterdiği faaliyetlerinin sonucu çıkardığı yayınlardan çıkarıyoruz ki; hayali ilk defa, 1975’in son aylarında gerçekleşti. Taksim meydanında, “Demokratik Hak ve Özgürlükleri Koruma Mitingi” diye bir toplantı yaptı. TKP daha önce yayınlarında her zaman yığın eylemlerinden söz eder ve bu eylemi de, proletaryanın Taksim alanında toplanması olarak gösterirdi. Tıpkı, FKP’nin öncülüğünde, Fransız proletaryasının “Concorde” alanında toplanıp, bir renk ve ses cümbüşü içerisinde, “Champs-Elysée” caddesinde yürüdüğü gibi... İşte bu toplantıda, TKP sloganlarını bağırdı ve bu sloganlara karşı olan siyasî gruplara, sopalarla saldırdı. TKP, kendisine bu gücü, CHP’den sağlamaktaydı.
TKP, DİSK ağzıyla, 1 Mayıs 1976 yılında, 1 Mayıs’ın kanunen işçi bayramı olarak kabul edilmesini ileri süren bir teklifle, 1 Mayıs toplantısı düzenledi. Bu, şarkılı, türkülü, davullu, zurnalı; göğsünde kırmızı karanfilli bayanları ve boyunlarında kırmızı eşarplı baylarıyla, tam bir festivaldi. İstanbul’da Beşiktaş’tan başlayan yürüyüş, Taksim’de, mikrofonları ellerine geçirmiş çığırtkanların eşliğinde, İbrahim Güzelce ve Kemal Türkler’in konuşmalarıyla son buldu. Konuşmacılar konuşmalarında, “barıştan”, “toplumsal ilerlemeden” bol bol söz ettiler. CHP’yi övdüler. Kemal Türkler, kuaförden yeni çıkmış saçları, uzun favorileri ve şık kostümü ile, yeni tipte bir işçi liderinin portresini canlandırıyordu.
1976 yılının Eylül ayında da DİSK, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanunu’nun (DGM) tekrar çıkarılmaması için, direnişe geçileceğini açıkladı. Gene, Beşiktaş’tan Taksim’e yürünülecekti. Fakat, hükümet tehdirkâr bir tutum takındı. Bunun üzerine yürüyüşten vaz geçildi ve otomobil konvoylarıyla, Taksim’e kadar gidildi. Fakat, bazı fabrikalarda işçiler, gerçek direnişe geçtiler. Başta, Profilo fabrikasının devrimci işçileri olmak üzere, fabrikaları işgal ettiler. Polis ve ordu birlikleriyle çatışmalar oldu. DİSK, bu direnişlere sahip çıkmadığı gibi, “Biz direniş yapmadık, Genel Yas tuttuk” dedi. Hele DİSK Yürütme Kurulu bir günlük göz altına alındığında, Kemal Türkler, bütün karakterini bir defa daha ortaya koymaktan kendini alamadı. Orduyu göklere çıkaran beyanatlar verdi. Bu direnişten dolayı, üç bin kadar ileri bilinçteki işçi, işlerinden atıldı. Bir süre bunlara para yardımı yapıldı. Fabrikalarda kara listeye alınan bu işçiler, iş bulamadılar. Sonra, her biri kendi kaderlerine terkedildiler. 16 Eylül, Türkiye proletaryasının mücadele literatürüne, aşağılatıcı bir kavram getirmekten başka bir şeye yaramadı. Genel Yas...
En sonunda da, 1977 1 Mayıs... Türkiye proletaryası için, unutulmaz acılarla dolu bir gün. TKP ve DİSK yönetimi için ise, yüz karası bir gün. O gün 1976 1 Mayıs’ının daha abartılmış sahneleri görülmekteydi. Bu defa, soldaki diğer siyasî gruplara karşı, kendi ifadeleri ile, 20.000 sopalı militan görevlendirmişlerdi. Geçen yıldan farklı olarak, TKP’nin, Türkiye proletaryasına lider olarak takdim etmeye uğraştığı, komünizmin düşmanlığını Stalin’e saldırarak yerine getiren, Kruşçef revizyonizminin şakşakçısı şair Nazım Himet ile, o yıl ölen İbrahim Güzelce’nin portreleri bulunuyordu. İstekler arasında da, isim zikredilmeksizin, TKP’nin kanunileştirilmesi ve Taksim alanının adının 1 Mayıs olarak değiştirilmesi bulunuyordu.
Çalındı, söylendi, oynandı... İGD’liler ve DİSK’li aristokrat işçiler, Denizli horozları gibi, ortalıkta caka sattılar. Aynı hava içerisinde başkanları kürsüye çıktığında, CIA ve emrindeki MİT için mizansen hazırdı. Birden yığınların üzerine ateş açıldı. Sahne korkunçtu. Başkan, polis kuvvetlerini müdahale için çağırıp, kürsüden kaçtı. Dört saatte dolan meydan, dört dakika içerisinde boşalmıştı. Geride kırk kadar ölü ve yüzlerce yaralı kalmıştı.Emperyalizme bağımlı burjuvaziden gelecek olan saldırıya aldırış etmeyip, devrimci gruplara karşı saldırgan kadrolar hazırlayarak bu katliamı yaratanlar, bu trajik olayın hemen arkasında verdikleri beyanatlarda, “Mao’cu grupların provokasyonu” olduğunu ilân ettiler. Mao’cu dedikleri ise, kendilerinden olmayan bütün gruplardı. Böylece emperyalizmi ve onun güdümünde bulunan faşist devleti temize çıkarttılar. Ölülere sahip çıkacaklarını ilân ettiler. Fakta, bir tek ölüyü bile kaldırma cesaretini gösteremediler. Ve hâlen de utanmadan, “Faşizme geçit yok!” teraneleri, kırmızı karanfilli bayanlarının ve kırmızı eşarplı baylarının ağzında, Amerikan cikleti gibi çiğnenmektedir. Amblemlerini, toz pembe gül seçenlerin ağzında, Amerikan cikleti gibi...

0 Comments:

Post a Comment

<< Home